Titre : | Dosya: Öteki Kimlikler ve Türkiye'nin Yas Tutan Mezar Taşları (2018) |
Auteurs : | Kolektif, Auteur |
Type de document : | Article : texte imprimé |
Dans : | Varlık (1329, 06/2018) |
Article en page(s) : | 4-22 |
Langues: | Turc |
Mots-clés: | mezar taşı / mezarlık / Türkiye |
Résumé : |
Varlık’ta Mart sayısından bu yana kent konulu üç dosya yayımladık. İlkinde kentsel dönüşümü, ikincisi ve üçüncüsünde kent, sanat ve sokağı ele aldık. Kent dizisinin sonuncusu olan bu dosyadaysa, kent ve farklılık arasındaki bağa odaklandık. Küreselleşen dünyanın kalbi kentler sınıfsal, kültürel, dinî, etnik ve cinsel farklılıklarıyla birbirinden apayrı insanların mekânıdır. Kent üretim ve yeniden üretim mekânı olarak insanlık tarihi boyunca farklılıkların ve başkalıkların bir arada yaşamasına hem kucak açmış hem de onları dışlamıştır. Bu nedenle dosyada kentin farklılık, başkalık ve marjinallikle bağını ele almaya çalıştık. Nilgün Tutal, Sipoza’dan hareketle başkasını, ötekini sevme kapasitemizin olup olmadığını, olabilecekse neyle beslenebileceğini yazdı, “Spinoza: Amour Intellectualis ve Amour Intellectualis Dei”de Tutal’ın Spinoza’nın Kısa İncelemeler başlıklı eserinden yaptığı okumaya dayanarak, yerkürenin küreselleşme olgusuyla birlikte ekonomik, kültürel ve politik motoruna yeniden dönüşen kentlerindeki kültürel, dinî, etnik, sınıfsal ve cinsel farklılıklara haiz insanların birlikte yaşamakta niye zorlandığı sorusuna cevap bulmaya çabaladı: Evrensel sevgi gücüne sahip miyiz? İnsani gücümüz yetkinleştirilebilir mi? Kentlerin geçmişten günümüze farklı nedenlerle ortaya çıkan göçün mekânı olduğunu biliyoruz. Şükrü Aslan “Ulus, Kent ve Hemşehrilik” başlıklı yazısında kente göçenlerin ancak cemaat bağlarını sürdürerek kentli ve yurttaş olabileceğinin altını çizdi. Hemşehriliğin ulusallık, yurttaşlık ve kentle bağlarını tartıştı. Hemşehri derneklerinin iç göçle kente gelenlerin milli homojenlik dayatmasına direnmelerini anlattı. Modern kent dışlanmanın yaygın bir deneyime dönüştüğü bir yer olmanın dışında en çok da sahipsizlerin yaşam alanı olagelmiştir. Pelin Aytemiz çok-kültürlü kentlerde yaşayanların farklılıklarının ölümle birlikte mezar kültürlerinde ifade ediliş tarzlarını yazdı. “On Tuğla Taştan Veda Mekânlarına: Türkiye’nin Yas Tutan Mezar Taşları” başlıklı yazı, mezarların kentlerde, özellikle de Türkiye’de ki kentlerde, yüzüstü bırakılıyor oluşunun insanlığın olduğu kadar kentinde de hafızası için yarattığı olumsuzluklara dikkati çekti. Kentin kimsesizler mezarlıklarını yazmayı Berfin Atlı üstlendi. Kente gelip de sokaklarda işsiz, sahipsiz, evsiz barksız ve isimsiz yaşayanların Kilyos Kimsesizler Mezarlığı’ndaki yaşam sonu hikâyelerini yazdı. İstanbul’da Kimliksizliğin mekân üzerindeki dönüştürücü etkisi nedir sorusuna cevabı, “Hüviyet-i Meçhul: İstanbul’da Bir Kimsesizler Mezarlığı” başlıklı yazısında yanıtlamaya çalıştı. Kent konusu bitmez tükenmez bir konu. Çünkü kente çağımızda tarihte olduğundan daha fazla kapitalizminin can damarlarının ve tüketim mabetlerinin yeri. Her şeyi kendine çekiyor, soğuruyor ve kusuyor. En kentlisi bile kusulan olmaktan payını alıyor, kentten uzakta yaşamayı düşlüyor. Kente hâlâ daha iyi yaşamak için umutla gelenlerse, dışlanmanın hemen her türlüsünün hedefi olmaktan kurtulamıyor. İyi okumalar dileriz.
Spinoza: Amour Intellectualis ve Amour Intellectualis Dei – Nilgün Tutal Sayfa:5 Dinler, örneğin İslam ‘kulu Yaratan’dan ötürü sev’ diye buyurur. Bu kulu değil Yaratıcısını sevmektir. Spinoza daha dolambaçlı bir yoldan gider ve insanın tözün bir tarzı olması sebebiyle kendi yıkımına yol açmamak için çaba gösteren bir varlık olduğunu söyler. Ulus, Kent ve Hemşehrilik – Şükrü Aslan Sayfa:12 Türkiye “hemşehrilik” olgusunun, ulusallık idealinin çeşitli biçimlerde deneyimlendiği ender ülkelerden biridir ve bütün bu tartışmalar açısından öğretici bir “araştırma sahası”dır. Zira hem yüzünü Batı’ya dönen ve onu referans alarak katı bir merkezî ulusallık inşa etmeye çalışan ve dolayısıyla yerellik haline modernite projesinin mantığı gereği olumlu bakmayan bir deneyime sahiptir. Öte yandan onlarca farklı dil, kültür, gelenek ve kimliğin hayat bulduğu ve çoğu kez her bir yerelin ötekinden ayrıldığı kendine özgü sosyal sınırların bulunduğu bir toplumsal coğrafyadır. On Tuğla Taştan Veda Mekânlarına: Türkiye’nin Yas Tutan Mezar Taşları – Pelin Aytemiz Sayfa:15 Mezar taşları okunduğunda, kaybedilen kişinin toprakta çürüyen bedeninden ziyade geride kalanların zihinlerinde onu çağrıştıran anıların düşünülmesi beklenir. Böylelikle fiziksel beden yerine ölünün toplumda yer ettiği şekliyle sosyal varlığının bedenleşmiş hali anılar ile ön plana çıkar. “Hüviyet-i Meçhul”: İstanbul’da Bir Kimsesizler Mezarlığı – Berfin Atlı Sayfa:20 Mezarlıkları ulusal kimlik inşa mekânları şeklinde yeniden kurgulamaya ve onları ölüyle bağ kurmaya imkân veren hafıza mekânları olarak düşünmeye, kimsesizliği ise bu hafızanın en bulanıklaştığı yer olarak tahayyül etmeye çalıştım. Bunların sonucunda, “Kimsesizlik ne demek? Kimin kimsesiz olduğuna kimler, nasıl karar veriyor? Kimsesizlik hangi koşullarda ve nasıl üretiliyor? Bir kimsesizler mezarlığına neden ihtiyaç duyuluyor? Defin alanları neden kimliklere göre bölünüyor? Kimsesiz diye tanımlamak bir politika mı? Eğer bu bir politika ise nasıl meşrulaşıyor?” gibi sorular ortaya çıkmaya başladı. Bu soruların çoğu muğlak cevaplara gebeydi ve ben de bütün bu sorularla Kilyos’a gittim. |
Nature du document : | Documentaire / Kaynak veya belgesel |
Genre : | Makale |
Exemplaires (1)
Code-barres | Cote | Support | Localisation | Section | Disponibilité |
---|---|---|---|---|---|
32224 | 800 VAR | Périodique | Archive / Arşiv | Périodiques / Süreli Yayın | Disponible |